
Münire'nin Cemil'den mektup aldığındaki heyecan, mektubu sürekli okuması hatta ezberlemesi, mektubun kaybolma ve birileri tarafından okunma telaşı bana o kadar tatlı geldi ki. Orda olsam Münire'ye sarılırdım, onunla beraber aynı heyecanı yaşardım. Zaten buluşmaya giderken olan heyecanından bahsetmiyorum bile. Ya bana gerçekten sevmeyi anlattı Münire. Başlarda Münire savaşmadı mı savaşamadı mı diye soruyordum hep kendime. Belli ki Cemil'de aynı şeyleri düşünmüş ve o benim aksim Münire'nin savaşmadığını düşünmüş. Münire'ye bunu ima ettiğinde Münire'nin canını nasıl yaktı nasıl ağlamasına kıydı bilemiyorum. Zaten en nefret ettiğim insan tipi, hiçbir şeyi bilmeden konuşan, önyargılı davranandır. Zaten bu kısmı okuyunca da Cemil'e biraz sinirlendim ve biraz kırıldım. Aklımdan "Cemil, Münire'yi haketmiyor." diye geçirdiğim de oldu...
Ama Münire yaşadığı duygulardan ne güzel bahsediyor, ne güzel anlatıyor. Sanki Münire benim, bunları ben hissediyorum. Peki Cemil ne hissediyor? İşte Münire hep bunu düşünüyor. Cemil kendisi hakkında hala aynı duygulara mı sahip? Onun sevdiği gibi seviyor mu kendisini? Heyecanı aynı mı?
Cemil'in söylediklerine bakılırsa, evet. Her şey yolunda gibi. Ama bu şekilde daha nasıl devam edebilirler ki? Cemil ve Münire'yi düşündükçe Cemal Süreya'nın "Uzaktan Seviyorum Seni" şiiri aklıma geliyor. Gerçekten Cemil ve Münire'yi anlatıyor. Her şey cesaret işi belki de. İkisi de her şeyi boşverebilir, kaçabilir. Ben ilerleyen sayfalarda bunun için atılan adımlar görmek istiyorum. Mutluluk en çok Cemil ve Münire'nin hakkı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder