3 Mayıs 2016 Salı

ACIMAK

Şimdi Mürşit'in mektuplarının hüznüyle doluyum. Gerçekten çok etkilendim. Birden fazla duygu aynı anda nasıl yaşanır bunu da öğrenmiş oldum. Her yazılan hatıra, beni  Mürşit'in nefretinden uzaklaştırırken Meveddet ve annesine duyduğum üzüntüyü de bir o kadar azaltıp, nefrete çeviriyor. Mürşit evlendiği ilk günleri nasıl güzel anlatıyordu. Kaynanasının isteklerinin altını sorgulamadan masum bir şekilde yerine getiriyordu. Ben yavaş yavaş ana-kızın ne mal olduğunu anlamaya başladım ama Mürşit hala aynı saflığında her isteklerini yerine getiriyor, hiçbir art niyet sezmiyordu. Daha rahat bir yaşam için Mürşit'e onca masraf çıkaran İstanbul isteğine ne demeli zaten? Sıla hastalığı yalanı uydurdular bir de Mürşit yine inandı. Aslında her şeyi iyi niyetinden kaybediyor Mürşit. İyi niyetli olmasın demiyorum, olsun ama böyle körü körüne... Kaynanam melek diyip duruyor. Hani diyorlar ya melek görünümlü şeytan diye. Heh, işte tam olarak bu kadını niteliyor bence. Sonra Mürşit'in aydınlanma sürecine gelirsek. Ben bu kadar yıkılmasını beklemezdim. Daha güçlü durabilirdi. Sırf sesini çıkaramadığından perişan oldu adam.

   

  
     Kitabı okurken ara ara Mürşit, Fadıl Efendi'nin kızıyla evlenseydi acaba olaylar nasıl gelişirdi diye düşündüm. İnsanların en güzel anlarının ıstırap çektiği zamanlar olduğunu söylediğinde, herhalde Mürşit Meveddet ile zorla evleniyor ve bu kıza olan aşkı yüzünden evliliği boyunca dağınık, ilgisiz biri oluyor diye düşündüm. Şayet böyle olsaydı Mürşit'e asla hak vermezdim. Kitabın o bölümlerinde Mürşit'in aşkla ilgili söylediği bir şey de vardı:


Şimdi biraz da Zehra'dan bahsedeyim. Zehra; idealist, başarılı, çalışkan ve disiplinli bir genç öğretmen.
Zehra bana gerçekten soğuk geldi ve onu sevemedim. Babasına karşı bu kadar sert tavrı olaması onu en sonunda pişman etti. Ama bazen de Zehra'nın yerinde olsam aynılarını düşünürdüm diyorum. Gerçekten şimdiye kadar yaşadığı şeylerde sanki Mürşit kötü gibi gözüküyor.

       Kitap, beni çok duygulandırarak bitiyor ama ben isterdim ki, kitabın sonunda ağlanacaksa üzüntüden değil mutluluktan ağlansın. Zehra babası ölmeden gidip mektupları okusun, babasının yanında olsun. Gönül ister ki babası ve ablası hiç ölmeseydi. En sonunda kavuşsaydılar. Şimdi bazen Zehra'nın geleceğini düşünüyorum da içinde hep bir "keşke" ve "iyi ki" yle yaşayacak. 
Keşkesi elbette babasını çok geç anlaması, ölümüne yetişememesi yönünde olacaktır. İyi ki  ise İstanbul'a gelmesi ve mektupları okuması yönünde olacaktır.Neyse, ben hiçbir şeyin sonunu değiştiremesem de kurguladım kafamda ufak tefek bir şeyler. 


      Ve son olarak bir kitabın son cümlesi bile sizi derin derin düşünmeye iter mi? Beni itti. Beş-on dakika elimde kitap duvara bakıp düşündüm uzun uzun. Acımayı öğrenmek. Neye acımak ve neye acımayı öğrenmek? Nasıl acımak? Bunları sorguladım önce, sonra yavaş yavaş kitabın başlarını falan düşündüm, öyle aklıma geldi. Zehra acımayı öğrenmekle beraber belki de bir zaaf edindi kendine. Peki bu olaydan sonra öğrencilerine tavrı nasıl olur acaba? Bence artık tam bir öğretmen olur. Kitabın devamı olsaydı Zehra'yı sevebilirdim gibi. Sonuç olarak "acımak" artık aklıma geldikçe üstüne uzun uzun düşündüğüm bir kelime olacak. Kitabı gerçekten beğendim. 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder